Hintliler halka göstermek üzere bir fil getirip karanlık bir ahıra koydular. Hayvanı görmek için o kapkaranlık yere bir hayli adam toplandı. Fakat ahır o kadar karanlıktı ki gözle görmenin imkanı yoktu. O, göz gözü görmeyecek kadar karanlık yerde, file ellerini sürmeye başladılar.
Birisi eline hortumunu geçirdi, “Fil bir hortuma benziyor.” dedi. Başka birinin eline kulağı geçti, “Fil bir yelpazeye benziyor.” dedi. Bir başkasının eline ayağı geçmişti, dedi ki “Fil bir direğe benziyor.” Bir başkası elini filin sırtına atmıştı, “Fil bir taht gibi” dedi.
Herkes, neresi eline geldiyse, nasıl sandıysa fili ona göre anlatmaya koyuldu. Onların sözleri, görüşleri yüzünden birbirine aykırı oldu, birisi dal dedi öbürü elif. Fakat ellerinde bir mum olsaydı sözlerinde ve tanımlarında bu ayrılık olmazdı.
Duygu gözü, ancak ele avuca benzer, avuç bütün fili birden kavrayamaz ki!
Denizi gören göz başka, köpüğü gören göz başka… Köpüğü bırak da denizin gözüyle bak sen!
Köpükler, gece gündüz denizden meydana gelir, onları deniz harekete geçirir. Fakat ne şaşılacak şey ki sen köpüğü görüyorsun da denizi görmüyorsun!
Biz gemilere benziyoruz. Apaydın denizin içindeyiz de gözlerimiz görmüyor, birbirimize çarpıp duruyoruz.
Ey ten gemisine binmiş, uykuya dalmış Adam! Denizi gördün ama asıl denize bak!
Denizin de bir denizi var, onu sürüp durur. Ruhun da bir ruhu var, onu istediği tarafa çeker çevirir.
Mevlana Celaleddin Rumi, Mesnevi
YİNE ÇOK GÜZELDİ
Yorumunuz için çok teşekkür ederiz 🙏